NANEDEN NOTLAR


Rıhtımda yürüyorum. Ruhum çölde tuz yemiş Libya garibanı gibi yürürken, bedenim rıhtımda sevgilimi bekliyor. Şelalenin şırıl şırıl hayalini kurarken kendimden geçiyorum. Bu geçişlerin aralarında alnımdan ter gibi düşüyor beklediğim. Nasıl olsa gecikecek bu yüzden onunla son konuşmamızı hatırlıyorum.

"Beni herkese dâhil mi ettin? Peki, bu sürüleştirdiğin insanlar arasında seni paylaşmak için sıraya girecek miyim yoksa bu ihtimalden bile daha itici olan, bir hipermetroplu gibi gözlerimi kısarak senin gölgeni mi görmeye çalışacağım tivrizden? Sevgilim hangi seçenek daha çürükse söyle ondan vazgeçeyim?"

"Zor soru."

Bana hangi cevabı verirse versin hoşuma gitmeyecekti. Onun geniş bakış açısına benim dar görüş alanım uymuyordu. Bu darlık o kadar nefessiz ki içinde ben bile zor barınıyorum. 

"Sana içimden yazacağım. Belki sen'sel bir kavram icat edip bunu tüm dünyaya kabul ettirebilirim. Fakat kendimi tutamıyor sana çok söz söylüyorum. Söylemezsem eğer adı çığlık olur. Korkarsın. Söylesene bana, nereden çıktın sen? Sadece sen ama bendeki sen değil! Onun cevabı bende..."

"Kafamı karıştırıyorsun."

"Biliyorsun yarın gidiyorum. Şimdi gidip uyuyacağım. Şu seni arayıp da bir türlü bulamadığım rüya âleminden bir ekip toplayacağım bu gece. Ruhumun dalgalarını ifşa ettiğimde, üstüme dağlar yıkılırsa eğer, beni kurtarsınlar. "

"Rüya ekibine selamımı ilet. Senin için bu yol en doğrusu."

"İnsanın senin gibi veda edeni olsun, yüreği yerde kalmaz."

İşte böyleydi bizim ayrılık konuşmamız. Yani anlayacağınız bu hikâyede öyle esrarengiz olaylar, ayılıp bayılan sevgililer ya da bağrı yanık Anadolu falan yok. Ben sadece rıhtımda bir süre önce ayrıldığı sevgilisini hâlâ bekleyen bir... bir... Yahu neydim ben?


Her neyse. “Eğer deli delilikte direnseydi bilge olurdu” diye söyleyen William Blake kadar delirmedim henüz bunu bilin yeter. Birde keşke siz de burada olup denizin şu çapkın halini görseydiniz. Ilık ılık dalgalanırken kendi sonsuzluğunda, istediği sadece ayna. Kendi kimliğini arayan deniz aynada ispatlanmayı bekliyor. Tam da bu noktada kafanızı yukarı kaldırdığınızda tozu yeni alınmış aynayı görüyorsunuz. Deniz kadar şanslı olmayan ahmaklar da rıhtıma gelip güneşin doğuşunu bekliyor işte. Ben de bir küçük defter çıkarıyorum cebimden. Tarih atmadan birkaç satır döşüyorum deftere.

Elma çürüdü
Su uyandı
Her şeyin bittiği yerde
Hiçbir şey eskisi gibi olmadı
Ağaç sustu
Gök kustu
Sahanda iki civciv kendini bıçakladı
Ter sıcak
Yer sıcak
Kaynayan yörüngeden 
Savaş yanlısı yılan çıktı
Sert
Olgun
Dişli
Ve çok yalnız
Bir küçük kurda muhtaç 
Elma çürüdü
Kurtlarını yılan yuttu
Tchaikovsky yeniden dirildi

Bunun üstüne yarım şişe su içiyorum. Yine çöl geliyor aklıma, kavruluyorum. Sevgilimi sevgilime tercih etmiş, sevgilimden istifa etmiş bekliyorum. Hiçbir amacım yok. Ben o bildiğiniz kadınlardanım. Bildiğiniz ama adını aklınızda tutamadığınız. Fakat o benim adımı yeniden yazdı. 

"Senin adın nane olsun."
"Bak bunun çok esprisi döner ortalıkta olmaz."
"Yahu sen bil adını yeter işte."

Sahi ben ne zamandır naneyim? Terk edilmiş, unutulmuş, rıhtımda az yazı yazıp çok su içip çişe çok çıkan bir nane. Tanrım beni bağışla! Sanırım çok hayalperestim. Kırmaya çalıştığım kabuklarımın gittikçe büyüyen parçalarını sevginin yüzüne üfürüyorum. Genişleyen omuzlarımda evrenin en ihtişamlı gezegeni var sanıyorum. Gözlerimi kısarak bakarken ışığa gördüğüm yüzü seçemiyorum. Tanrım neden seçemiyorum? Yeşili bir çınar ağacı gibi dirençli dururken gözlerinin, aniden kararıyor ve iki tutam ıslak toprak parçası oluyor. İnce dudaklarından küçük, beyaz dişleri kaçamak kaçamak bakarken aniden inen yağmur eritiyor tuz oluyor, toz oluyor, kabarıyor öpmeyi düşlediğim yavru ağzı. Tanrım kim için bu özrüm? Milyarlarca yıldızın arasında onu bulabileceğimi sanana mı yoksa tabağımın içinde bembeyaz duran tek tane pirince mi? Yoksa daha fenası budalaca hayallere kapılan tutarsız ruhuma mı? 

Beni kavuştur Tanrım, ait olduğum benliğe!


Yeşim Teke

Yorumlar

Yorum Gönder