Bir reenkarnasyon sonrası buradayım. Seninle ve on sene önce olduğu gibi. Adına mucize, tuhaf bir olay, saçmalık ya da aşk diyebilirsin. Belki de sen bana hiç inanmadın bile. Sana anlatmak için yeterli vaktim var sevgilim. O güne dönelim mi?
Ellerimde kasımpatı ile seni bekliyorum. Beynimin gizli odalarının kapısının açılmasından hemen önce. Üzerimde yeşil bir elbise var. Dudaklarımda sadece az öncesinde içmiş olduğum suyun kurumaya başlamış nemi var. Aylardan Aralık. Anlamakta güçlük çektiğim en zor ay. Aralık, her duygu için kapısını aralık bırakıyor. Bir hırsız gibi sinsice içeriye sızıyor telaş. Düzgünce katlanmış, rafında duran tüm acıları darmadağın ediyor. Keskin gözleriyle kapının kapalı olmadığını fark eden kuşku, fütursuzca giriş yapıyor. Yağan yağmuru pencere kenarında izleyen anıları alıp tek tek duvara ittiriyor. Kuşkunun ağırlığı ile duvara çarptıktan sonra yere kapaklanan anıları, telaş yerden kaldırmaya çalışıyor. Telaşın avcuna değen tüm anılar yanmaya başlıyor. Sesleri duyan hüzün soluk soluğa geliyor ve gördükleri karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Hüznün omuzlarına artık sadece bir ağırlık oluyor aşk. Aralık hep korkutur beni sevgilim. Ve seni hala bekliyorum. Neden geç kaldığını sorgulamıyorum bile. Seni bir güvercini sever gibi seviyorum. Sarılırken kemiklerini kırmamak için kanatlarını hafifçe okşuyorum. Kalbime yaptığın yuva, sen uçup gittiğinde bile yerinde duruyor. Sevgilim, sen uçarken sanki özgür olan benim.
Toprağı hissediyorum. Toprakta senin sırtını hayal ediyorum. Etine batan ufak taş parçalarının bıraktığı izleri ve seni nasıl öptüğümü. Avuç içinin nasıl kızardığını ve saçlarının arasına karışan küçük bir karıncayı. Senin saçlarının arasına karışan karınca olmak isterdim sevgilim. Çıkış yolunu bulmaya çalışırken nefes nefese kalmak, kulak arkasına güç bela ulaştığımda, çıkış yolu sanıp yanlışlıkla senin kulağının içine düşmek. Tepetaklak aşağı doğru yuvarlanırken, beynine izinsiz giriş yapmak. Beyninin her katmanında dolaşmak, damarlarınla iç içe geçmek isterdim. Kontrolsüzce boşalan kanın beni dölleyip, benden bir azınlık yaratsın isterdim.
Seni beklemek; emzirirken çocuğunun doymasını bekleyen annenin sabrı gibi. Seni beklemek; işçi bir babanın gecikmeli maaşından aldığı oyuncak bebeği, kızına ulaştırmak için heyecanla yürüdüğü yol gibi. Seni beklemek; yırtık çorabı ile dalga geçtikleri Kardelen'in, dönem sonu karnesini heyecanla bekleyip, başarısı ile yırtılmış gururunu onarması gibi. Seni beklemek; kasımpatının avuç içimi terden sırılsıklam etmesi, yağmaya başlayan yağmurun, yeşil elbisemi ıslatıp vücuduma yapıştırırken baldırlarımdan akmaya başlayan kan gibi.
Yere düşürüyorum kasımpatını. Botlarıma dolan kana bakarken, tıpkı çocukken dakikalarca kendi etrafımda dönerken olduğu gibi hareketleniyor yerinde duran cisimler. Gülüşümü gizleyemeyen dudak kenarımdan, şimdi ağır çekim süzülüyor koyu kırmızı kan. Sırtımdan zamansızca giriş yapan kurşun, ciğerime kadar ulaşıyor. Ciğerim patlıyor, kan kaybım çoğalıyor ve sen arabadan iniyorsun sevgilim.
Kalbim ile beynim aynı anda duruyor. Kendimi kırmızı yanan bir trafik ışığının yanında buluyorum. İnsanlar bağıra çağıra koşuşturuyor etrafta. Zemin asfalt. İki beyaz önlüklü kadın tanımadığım bir kadını sedye ile ambulansa götürüyor. Gözlerimden ayak parmak uçlarıma kadar kan içindeyim. Kendimi tüm gücümle zorluyorum ve göz kapağımı sonuna kadar açıyorum. Telaşlı ve sarı saçlı, beyaz önlüklü bir kadının kucağında olduğumu anlıyorum. Derinden bir ses geliyor, "Bebeğim!"
Küçük ve hiç inandırıcı durmayan bir kız çocuğu ile konuşmak zorunda değilsin. Fakat seni on yıldır çok özledim sevgilim. Seni bir gün bulacağımı, rastlaşacağımızı biliyordum. Senden istediğim hoşçakal öpücüğü. Bu sefer vedasız ayrılmak istemiyorum. Seni seviyorum. Öp beni. Ben senin sıcak çocuğunum.
YEŞİM TEKE
Yorumlar
Yorum Gönder