İki
heceli kelimelerle aslında bir problemim yok. Sadece heceler birbirinden
ayrıldığı vakit, biri diğerinin öteki yarısıymış gibi geliyor. Bazen bunu dert
ediyor ve söylerken hızlanıyor, yapışık ikiz gibi görünmelerini sağlıyorum.
İnsanlar neden çok hızlı konuştuğumu sorduklarında bunu söylememe imkan yok.
Ruh hastası damgası yemek, birinin ruhu hakkında teşhis koymaktan bile daha
berbat. Oysa ruh hastası, başı ağrıyan ya da beli incinmiş bir insanın yaşadığı
sağlıksızlık durumu ile eş değer ve ben bundan utanmamalıyım. Ruhum bugünlerde
soğuk almış ya da ağır bir yük kaldırmış olabilir ve normal bir ruhtan biraz
farklı gözükebilir. Hep bir tahmin söz konusu çünkü kendisi ile iletişim
kuramıyorum. Onunla konuşmayı denedim ancak beni dinlememekte ısrarcı.
Sahi
nesi vardı ruhumun? Ağır bir yükün ağrısı elbet tedavi edilebilirdi. Yük,
yüklenmeye devam etmiyorsa tabi. Soğukluk ise en basiti. Ruhumu ısıtacak
güzellikler bulmakta zorluk çekecek bir yapıda olmamakla beraber benim bu
konuda mıknatıs özelliğim var. Belki de sorun mıknatısın ta kendisidir. Ben
üşürken güneş beni kendine çekiyor, ben sıcak bir çocukken güneş beni itmeye
başlıyor. İşte bu yüzden çok yorgunum. Fakat hastalık teşhisi konusunda çok
düşünmenizi tavsiye ederim. Karşınızda sadece iki heceli kelimelerle tuhaf bir
hikayesi olan biri var. Hepsi bu, anlıyor musunuz? Tamam, belki de anlaşılmak adına daha
anlaşılır konuşmalı ve size örnekler vererek durumumu izah etmeliyim.
Yolum bir parka doğru ilerliyor ve ben
sıcak havanın tokadı ile terliyordum. Bu sırada ayakkabı bağlarımın çözüldüğünü
fark ettim ve onlara doğru eğilip işlerini bitirdim. Kırdığım dizlerimden tutup
kalkacaktım ki vazgeçtim. Ayakkabı bağlarımı incelemeye başladım. Birbirine
bağlanmış olan iki ayrı ip, akrabası ile zorla evlendirilen on beşindeki kız
çocuğu ve kemerini çözerken, ailesine kabul ettiremediği kadının hayalini kuran
otuzlarındaki tarla işçisi gibiydiler. O kadar sıkı bağlanmışlar ki bu
sıkılıkta birbirlerinin boğazını sıkıyor gibi bir halleri vardı. Aynı iptiler
ayrı ayrıyken fakat bir aradayken birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Oysa iki ip
birbiri ile iç içe olmadan anlamsızdı. Tıpkı iki heceli kelimeler gibi.
Kendimi
sınır dışı etmek istedim bu dünyadan. Beynimin çıkıntılarında ufalanan kaya
parçaları, sol göğüs kafesime yerleşiyor, sen fazlasın buraya deyip kalbimi
kapı dışarı ediyorlardı. O an "Baba" dedim. 'Ba-Ba' demedim.
Bölemedim şakaklarından babamı. Ayıramadım bir ela gözü diğer eşinden. Asılsam
omzundan, diğeri de üzerime göçecek gibiydi. Sarılsam sol bacağından, sağ
bacağı kurtarırdı onu mutlaka. Ayıramazdım işte babamı, babanızı,
babayı...
Duygu
sömürüsü yapar, olanları anneme anlatır belki onun kendi kendini ayırmasını
sağlardım. Anneler ne de olsa çocukları için her şeyi yapardı. Girişimlerim
başarısız olmakla beraber, anne; babadan daha dişli çıktı. Sen beni ayırmayı
başarsan bile, ben başıboş dolaşmam ve hayat bulurum. Deneyelim istersen dedi
'An' ve 'Ne' oluverdi. Yarımın biri zamanı anlamlandırırken diğer yarım ise bir
soru olup çıktı karşıma. İyi de anne, benim ne zamanla işim var ne de
sorularla. Ben ne diye seni ayırmaya kalktım ki şimdi? Hadi dön anne! Anı
yakaladım bekliyorum, gelmemen için sebep ‘ne’ ?
Görüyorsunuz
ya, benim derdim kendimle. Kurduğum iki heceli kelimeler de kendime aitse sizin
hala bu hikayede işiniz ne?
YEŞİM
TEKE
Her zaman ileriye doğru.büyüyerek olgunlaşarak gelişen Duygu seli ve kalem kıvraklığı.
YanıtlaSilGönlü ve kalemi kendi kadar güzel olan yazara en içten sevgi ve saygılarımla.