Tarihle başlamasak olmuyor sanki. Fakat 25 temmuz günü benim hayatımın dönüm noktası olduğu için mecburen belirtmek durumundayım. Dönüm noktası diyorum çünkü; Ankara'ya ilk ayak basışım ve Ankara beni ben yapan bir şehir oldu. Sanki aya ayak basmış gibi gururla anlatıyorum utanmadan ama hayatta bazı şeyler astronot olmaktan bile daha önemli. Ne mi? Kendini keşfetmek!
Tabi gelir gelmez hadi gezelim moduna girmedim. Güzel bir uyku uyudum Ankara'nın havasıyla... Ertesi gün metro ile ilk işim Kızılay meydanına gitmek oldu. Kızılay Ankara'nın kalbinin attığı yer. Gerçi durumlar epeydir karışık Kızılay meydanında. Bir yanda Nuriye-Semih'ciler, bir yanda polis arkadaşlar... Neyse yoluma o gün yoluma Konur sokağa doğru devam ettim. Bu arada Ankara'nın en güzel mekanları Konur sokak, Selanik caddesi ve Olgunlar caddesinde. Canlı müzik ve bar içinse Sakarya caddesinde birkaç güzel mekan var. Ben ilk keşif günümde Bounty Eatery Coffee, Babel Pub'ı keşfettim. ikinci günümde ise Ot Dergisinin tasarımları ile dizayn edilmiş Ot Kafe'ye gittim. Burada alkollü, alkolsüz bir şeyler içerken etraftaki şiirler ve kısa alıntı yazıları okuyarak çok keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Öyle güzel bir zamanda Ankara'ya doğru yola çıkmışım ki bunu AKM Kültür merkezi ve Ankamall'un ücretsiz halk konserlerinin başlangıcının benim geldiğim tarihle eşleştiğini fark edince anladım. 1 Ağustos tarihinde AKM Kültür Merkezi'ndeydim. Size çok üzücü bir şey söylemek zorundayım. Konser gerçekten bayattı. O akşam Demet Akalın'ın sahnesi vardı. Benim asıl amacım oradaki havayı koklayıp "yahu bu Ankara'daki halk konserleri nasıl oluyormuş? bir görelim bakalım" dı. Çok kalabalık, insanların belediye işçilerine acımadan yerlere çöp attığı, çocukların hatta koca koca adamların bile kaybolduğu, insanların böğürtüsünden sanatçının sesinin duyulmadığı bir konserdi. bu bölümü kısa geçiyorum...
Gelelim benim Ankara'ya iyi ki gitmişim diyebileceğim, Ankara'da yaşadığım en güzel günlerden birine... Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun retrospektif sergisinden bahsediyorum! Serginin adını "Sevmek Güzel Meslek" olarak belirlemişler. En az üç saat sergiyi gezdim. Fotoğraflar, videolar çekip; tüm resimleri, mektupları, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun şiirlerini ve tabiki Karadutu, çatal karası, çingenesi Mari Gerekmezyan'ın yaptığı Bedri Rahmi Eyüboğlu büstü de oradaydı.
Çok görmek istediğim Anıtkabir'i de gördüm. Atatürk'ün balmumu heykeli, askerlerin nöbet değişimi, aslanlı yol hafızama derinden kazıldı. Anıtkabir'i mutlaka 10 Kasım günü de görmeli. Uzun soluklu Anıtkabir gezimin ardından Atamı sonsuz sevgiyle anıp oradan ayrıldım.
Ankara'da bir diğer görülmesi gereken ve benim en etkilendiğim yerlerden birisi Ulucanlar Cezaevi Müzesi. Kapıdan içeri adım attığınız andan itibaren duygusal bir girdaba düşüyorsunuz. Bu cezaevinde geçmiş yıllarda yaşanmış kara günler, mahkumların çığlıkları, yapılan dehşet verici işkenceler ve idamlar sizi o zamana döndürüp kalbinizi yakıyor. Ulucanlar cezaevinde Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Bülent Ecevit, gibi isimler kalmıştır. Uzun süre bakakaldığım nokta ise çok mu çok sevdiğim Nazım Hikmet'in burada koğuştaki yatağıydı... Ayrıca hücrelerdeki balmumu heykelleri ve seslendirmeler de yürek burkucuydu. Burayı gördükten sonra bazı şeylere kayıtsız kalamayacağımı anladım. Vatan haini ilan edilen isimlerin burada almış oldukları nefesin küfü ile sarsılıp kendime geldim ve sahip çıkmam gereken duyguların farkına vardım.
Ankara'yı yavaş yavaş öğrenmeye başladıktan sonra yemek yemek için güzel birkaç mekan keşfettim. Bounty Coffee ile aynı sokakta yer alan Bourbon Chicken House, Hamamönü'ndeki Bacchus, eğer türk mutfağı dışında bir lezzet ararsanız Taam Uygur Mutfağı, "ben ev leğmeni yemiştim" yemek yiyebileceğiniz güzel mekanlar arasında.
Olgunlar caddesindeki Kafka barda çok güzel vakit geçirdim. Kafka seven tüm okurların oturup bira içip, sohbet edebileceği küçük ve tarz sahibi bir mekan. Söylenmeden geçilemeyecek bir diğer yer ise Nazım Hikmet Kültür Merkezi. Bazı akşamlar etkinlikler düzenleniyor. Ben sessiz sakin bir günde gidip vakit geçirdim. İçerinde yer alan kitapçıdan elim kitapsız çıkmayarak Gogol'un Bir Delinin Hatıra Defteri kitabını aldım.
Hamamönü'ne gittiğimde keşfettiğim ve görür görmez içine atladığım yer ise Mehmet Akif Ersoy'un müzeleşmiş evi. Yattığı yatak, yemek yediği alan ve oturduğu salonu, ayrıca balmumu heykelini gördüm.
Yeşim her yeri gezdin de Kurtuluş Parkı'na gitmedin mi yoksa! der okuyan Ankara'lı okurlar şimdi. Gitmez miyim hiç? Kurtuluş Parkı'na da gidip güzel bir yürüyüş yapıp, çayımı da içtim. Havası, huzuru ve yıllardır burada yaşanmış duyguları kalbinde saklayan Ankara'nın en özel parkı...
Ruhuma çok iyi gelen bir etkinliğe katıldım 11 Ağustos günü. Ankara LÖSEV'in ailelere yaptığı kurban bağışında orada olup, yaşamın ne kadar büyük önemi olduğunu, tüm zorluklara rağmen güçlü olup savaşılması gerektiğini o küçücük çocuklardan ve ailelerinden öğrendim.
12 Ağustos günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gittim. Salondaki koltuklar ceylan derisi mi bilmem ama rahat gözüküyordu. Birkaç kare fotoğraf alıp rehberin kendi bakış açısı ile anlattığı bilgileri dinledim. Meclisi görmeden gitmek olmazdı...
Ve Kocatepe Camisi... İnsan oturup dakikalarca izleyebilir, iç huzura kavuşabilir tabi dilerse fotoğraf çekip gidebilir de. Fakat mutlaka görmeniz gereken, Türkiye'deki sayılı güzel camiler arasında.
Son günlerime denk gelen Ankamall'daki Halil Sezai konseri ise beni benden aldı. AKM Kültür Merkezinin aksine burada gerçekten Halil Sezai sevenleri ve konsere geldiğinin farkında olan saygılı sanatseverler vardı. Onu bunu geçelim de o Halil'in canlı Ankamall'u inleten şarap gibi sesi yok mu, işte dönmek üzere olan bana ağır koydu! Masal gibi, rüya gibi bir tatilin finali ancak bu kadar muazzam olabilirdi. Uzun zamandır takip ettiğim, daha önceki makalelerimde kaleme aldığım, her zaman dinlediğim Halil Sezai'yi ilk defa karşımda görüyordum. Şarkıcılar için deliren manyaklardan değilim. Birincisi Halil Sezai şarkıcı değil SANATÇI. İkincisi şarkılarını kalben dinleyip sevdiğin birini yakından görmek gerçekten kıymetli. Erken saatlerde orada olduğum için yakın görme fırsatım oldu.
Evet... 16 ağustos 11.00 Ankara şehirlerarası otobüs terminali... Her güzel şeyin bir sonu yoktur. Her güzel şeyin, daha güzel olması adına zamanın bekleyişi vardır. Çok geçmez, kendimi yine Ankara'da bulurum. Beni biraz daha büyüten, kültürel birikim sağlayan, toyluktan çıkaran, kalbinde beyninde birbirinden üstün olmadan her zaman değer taşıdığını ve ikisine de eşit kulak asmam gerektiğini öğreten başkent Ankara'ya teşekkür ediyorum.
YEŞİM TEKE
Ankara da sana teşekkür ediyor.
YanıtlaSilEn kısa zamanda tekrar bekliyor.
Senşn anlatımınla Ankara daha da güzelleşecek inanıyorum.
Eski meclis ve Hacı Bayram Ankara' yı Ankara yapan simgelerdendir.Ayrıca Ulus ve ulus meydandaki Atatürk heykeli.Ha bir de Bahçeli 8.cadde gezilmeden Anakara' yı gezmiş sayılmazsın.Ankara beni ben yapan şehirdir ki ben Gazi Üniversitesi' nde okudum.Her karışında izim vardı.makaleni okuyunca 90' lı yıllarıma gittim.
YanıtlaSilSol yanımda sızlar derin bir yara
Bir aevda karşıma çıkar kapkara
Bir kara sevdadır artık Ankara
Doksanlı yıllarım gelir aklıma..HHY