SES


İşaret parmağım ile baş parmağımın ucunda, arada boynu bükük gibi duran yuvarlak ve sert leblebiyi ağzıma yavaşça götürdüm. Aynı yavaşlıkta alt ve üst dişimin arasında onu sıkıştırıp ezmiştim. O sırada odada bulunan herkes derin bir sessizliğe gömülmüştü. Leblebinin ağzımın içinde çıkardığı ses beni utandırmıştı. Acaba onlar da bu sesi duymuş muydu? Ne yapacağımı bilemez halde bakışlarımı insanlardan kaçırıp, geri kalan kırıntıları boğazıma doğru dilimle sürükleyip yuttum. Mideme zank diye bir şey oturdu o an. Diğerlerinin tabaklarındaki leblebiler öylece duruyordu. Neden konuşmuyor bu kaçıklar? Dalga dalga büyüyen sessizlik beni huzursuz etmeye başladı. Söylesem, ne söylerdim? Bilemedim ve içimdeki şişkinlik büyürken bende sessizliği bozmadım. Fakat olmuyor Tanrım! Oturduğum koltukta kıç bölgem oldukça rahatsız ve iç çamaşırım ter içinde boğuluyor. Biraz yana kaydım çaktırmadan ve yine çaktırmadan duvarları kestim. Duvarlar o kadar boştu ki ben hiç bu kadar boş duvar görmemiştim. Sanki bir sinek bile konmamış bugüne kadar. 

Hiç değilse yere bakıp halının işlemelerini incelemeli. Ama o da ne! Bu bir soru değildi. Çok şaşkınım. Midemde beklenmedik olaylar yaşanıyor. Ansızın bir "gur" gibisinden ses odadaki iki kişinin tepkisini çekti. Elimle midemi koruma altına alır gibi yaptım. Ses çıkardım diye benim midemin işini bitirecek değillerdi ya. Tam diğer üç kişinin neden hiç farkına bile varmadığına odaklanırken ikinci "gur" geldi. Bu sefer beş kişi bir dans figürü edasıyla aynı anda başını çevirdi. Dayanamadım ve kalktığım gibi kapının önünde buldum kendimi. Üstelik veda bile etmedim. Bunlar delirmiş olmalıydı! Bende bu delilere uydum ve sesimi çıkarmadan defolup çıktım ya pes. 

Kısa, hızlı bir yürüyüşün ardından, üçüncü kattaki iki odalı evimin dar odasında, yatağımın hemen üzerinde yüzüstü idim. Kafamı, özellikle burnumu yastığa iyice gömüp, boğulmayı denedim. Uyumuşum. Uyandığımda üst kattaki iki hayat kadını ve müşterileri birbirlerini düzüyorlardı. Hemen alt katımdaki orta yaşlardaki, memeleri sarkmış, bir ayağı topal kadın yine çığlıklar içerisinde kocasının dayağından kaçmaya çalışıyordu. Aynı kattaki yan evdeki yeni adet görmeye başlamış Cavidan yine ders çalışmayıp yüksek sesle telefonla konuşuyor, bir yandan da annem şimdi pazardan dönecek bak diye karşı tarafı ani bir baskın için tetikte olunması gerektiği konusunda bilgilendiriyordu. Boyası sürülmemiş karşı binadan ise elektrikli süpürge sesi, karısının kız kardeşini evde misafir ederse abdesti bozulur mu acaba diye canlı yayında hikaye anlatan hocaya soru soran adamın yüksek ayardaki sesi, kekinin içine neler koyduğunu anlatan ve bir yandan da bileziklerini şıngırdatan kadının sesi ve iş bulamadığı için kendi kendine söylenip ağlayan ve o sırada kapı çalıp karısı ve çocukları gelince susup kendini toplayan adamın iş oldu galiba diye sevinçli haber veren adamın sesi yatağımı zar zor sığdırdığım küçük odamın içine dolmuş hatta taşmak üzereydi. Belki de taştı. Tuvalete doğru giderken bir iki yerde kırıntı sesler duymuştum. Klozetin kapağını açtım ve çamaşırımı indirip oturdum. Çıkan ses bana leblebiyi hatırlattı. Tanrı'ya şükürler ettim bu gürültülü mahallede oturduğum için. Çıkan her ses; ne sesi olursa olsun bir yaşam belirtisi veriyordu. Fakat sessizlik durmuş bir dünya gibi. Belki de ölüm. Ölmediğim için bugüne kadar, ölüme benzerliğinden emin değilim. Fakat sesin bir yaşam unsuru olduğundan eminim. Tırstım kendimden, öldüm mü diye! Öksürüp, sifonu çektim. Maksat sesti. Ses! dedim. Sonra sustum. Hayat devam ediyordu. 

YEŞİM TEKE

Yorumlar