Gözleri sudan yeni çıkmış ıslak vücut gibi bakıyordu. Kirpiklerinde suyu kurutan alevleri vardı. Şaşırdığı an büyüyen göz bebekleri, kirpiklerini göz kapağına değdirir, tüm yüzü alev almaya başlardı. Ben onu yakmaktan kaçarken o kendini yaktı. Gözlerimin önünde küllere dönüştü ve ben sadece izledim. Dilimi mühürlediler, sırtımı ateşlediler, bacaklarımı birbirine doladılar, beni sana salacak tüm gücü benden aldılar. Ben öylece baktım. Baktığım her parçan, ayrı bir şehirde iç savaş çıkardı. Sen boynunu büktün, evlerin camları taşlandı. Sen kollarını iki yana saldın, çocukları ipe bağladılar. Sen ıslak saçlarını yere savurdun, küçük annelerin büyük dualarını susturdular. Sen karnından kanlar içinde bir kuş uçurdun, benim ocağımda ciğerimi yaktılar.
Gözleri babasız kalan kız çocuğu gibi endişeli bakıyordu. Ne gidecek yeri ne sarılacak omzu vardı göz altlarının. Yanaklarına doğru bir titreme başlıyordu, dudakları gittikçe kururken. Kuruyan dudaklarına çare bulamadım. Öperken ıslattığım dudakları, yasak bir çöl kumuydu. Ayak izlerim geride kalırken, gizleyemedik içine düştüğümüz yangını. Ne göz yaşları, ne gece yarısı alınan soğuk duşlar gizleyemedi giderek devleşen ateşi. Korktum, belki sadece kendimden. Kaçtım! Ben gidersem, onu saldığım okyanus onu yıkar, arınır sandım. İlk önce boğulur gibi oldu, sonra yüzdü ve karaya çıkıp alevleri takip etti. Bu hikayenin sonunun ateşle bittiğini kendine öylesine inandırmıştı ki.
Koşarak çıktım merdivenlerden. İntihar şeklinin, onun kemiklerinin parçalanması ile sonlanacağını düşündüm. Ya da öperken meyve bahçelerinde dolaştığımı hissettiğim, taze gerdanından biraz daha yukarısı, boynuna bir ip geçecek ve onu morarmış bir vücut ile son kez göreceğim diye düşündüm. Hızlandım, basamaklar karnıma saplanıyor gibi ağrılı, boğazım iğne yemiş gibi uyuşmuştu. Gömleğimin ilk üç düğmesi koparken koridorda, ellerim kapı tokmağını çevirmek için daha çok uzamış gibi gerildi ben ona varmadan son beş saniyede.
Karşımda. Gözleri neşeli bir çocuk. Dişleri bir şiirin kafiyeli dizeleri gibi. Beyaz dişleri, beyaz elbisesi ile bütünleşmiş, sanki cennetin bir belgeselini izliyor gibiydim. Son kez duydum ince ve savunmasız sesini.
"Geldin mi aşkım?"
Susuyordum. Tek marifetim bu olmuştu hayatta. Susup hayatıma devam ediyordum on yıldır. En son ne zaman birinin ruhunu doyurmak adına uzun uzun konuştum hatırlamıyordum. Uzun zamandır ilk defa penceremi açmıştım. Yüzüme vuran soğuk kalbimdeki kızgın ateşe değdi ve yüksek sesle avazım çıktığı kadar bağırdım. Bir kuş yatıyordu kanlar içinde. Beyaz.
YEŞİM TEKE
Geldin mi aşkım..
YanıtlaSil