DİBE VURUŞUN METHİYESİ


Herhangi bir teklif olmaksızın kendimizi içinde bulduğumuz bir deliler tiyatrosu var. Bu tiyatroya şaşkın gözlerle bakarken, hem kendimizi hem de bu sahneyi anlamlandırmaya çalışıyoruz. Yani bir anlam arayışı güdüsüyle doğuyoruz. Bu merak, bize, bu sahneyi kuran tarafından hediye… Etrafımıza bakınca kan görüyoruz, gözyaşı ve acılar, terk edilme, yalnızlık, amaçsızlık, ölüm korkusu, yaşam korkusu, tecrit korkusu… 

Bu bulmacalı hengâme içinde ne yöne baksak da ne yapsak? Bütün bu sorular hücumuyla nasıl savaşsak? Sürüye bakıyoruz. Ne görüyoruz? Onlar şuurlarını uyuşturarak baş ediyor bunlarla. İşle, meslekle, parayla, kadınla ve siyasetle. Onlar olmazsa kokain var, alkolizm var… Netice de gaye kaçmaksa gerçeklerden, yol çok. Gerçekler ki tekini fark ediş bile zıplatıyor insanı yerinden. Göz bebeklerini büyütüyor, ecel terleri döktürüyor. Ya kaçmazsak da bakarsak? Ne olur o zaman? Ya gerçekler çökertirse bizleri? 

Havuza atladığınızda ayaklarınız dibe vurduğunda sıçrayabilirsiniz ancak. Yoksa yüzeye ulaşmanız gecikir. Depresyona girmeyen göçmen kuşlar ölürler. Çöküş, yıkılış, devriliş hayırdır yani. Yıkılış olmazsa muhtaç olduğumuz kırılışı elde edemeyiz. Manasız bir sırıtışla hayatımızı acılardan kaçarak geçirirsek, dünyada oksijenden çok bulunan şey olan zillete karşı kendimizi eğitemeyiz. Kepaze hayat, süründüren hayat değildir, acıya karşı donanımlar geliştirememiş hayattır. Sair kaygıları konuştuk evveliyatında: Bir palyaçonun listesinde ölümü öldüren olduk hep birlikte. Hâsılı yaşam ölünmesi gereken, ölüm, doğulması gereken bir şeydi. Hani ölüm dedik, anlam dedik, özgürlük ve amaçsızlık dedik. İşte bu dörtlünün her biri için birer hikâye ile buluşacağız. Bu bir anlam arayışı manzumesidir. Bir anlam şiiridir. Ve anlamsızlık kâbusudur. Bu hikâye de sizin hikâyeniz gibi başlıyor. Meraklanmayınız; krallar anlatılmıyor, dükler, ağalar, paşalar… En sıradanların bile görmeden içinden geçip gittiği bir “ötekinin” gözünden dünyanın öteki yüzü anlatılıyor. Ötekiler de aynı evrene doğuyor, bakıyor ve aynı evrende savaşıyor. En az sıradanlar kadar anlam arıyor ve yakıştırıyor. En az sizin kadar şiir okuyor… 

Ötekilerin ötekileştirildiği bir dünyada öteki olarak doğmak nedir? Onun gözü neleri, nasıl görmektedir? Bir şizofrenin bölük dünyasıdır bu roman! Anlamı kovalayanlar yaşar, diğerleri yalnızca var olur! Bu da yine bir varoluş savaşı… Sıradanların varoluşu bile yeterince sıra dışıyken, bir “ötekinin” tırmanışı nasıldır? Sürülerin sürüselleştiremediği ötekilerin, hayretle sonuna dek açılmış gözlerinin arkasında bir anlayışın cinneti var! Hayat değil, hiçbir şey bu denli sert anlatılmamalıydı ama anlatıldı. Gerçeklerin çırılçıplağını istemeyenlerin lezzet alması mümkün olmayacak. Işığa doğru bakmaktan korkanların okuyabilmesi mümkün olmayacak. Masumiyet, yaşamak, aramak nedir? İhtiras nedir? Saplantı nedir? Bunları sormaya cesareti olanlar okusun bu şizofrenik dünyayı. Hiçbir aşk böyle anlatılmamalı ve böyle bir aşkı kimse duymamalıydı belki de!



NOT: Size anlatmaya çalıştıklarım "Şizofrenik İtiraf" isimli yakında sizinle buluşacak olan kitabımın aynı zamanda ön sözüdür. Tüm bu soruların yanıtlarını beraber vereceğiz. Belki de yeni sorular üreyecek beynimizde. Ruhumuz ise zaten sürekli cevapsız sorulara gebe. 

EMRE TİMUR

Yorumlar

  1. "Bir palyaçonun listesinde ölümü öldüren olduk hep birlikte."
    Sevgili Emre Timur. Sizi geç tanıdığım için üzgünüm.
    Gerçekten Yeşim hanımın yazısında bahsettiği gibi kaleminiz.
    Yukardaki ibare bile günümüzdeki tükenmiş anlatmaya yetiyor.
    Bu harika paylaşım için teşekkürler.
    Başarılarının devamı dileğimle.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder