Aramak, sormak, özlemek gibi sözcüklerin arkasından uzanan el, Havva’dan önce dokunur elmaya.; Cennetinden kovulmak olsa da bedeli…
Daldan kopardığı elmayı yedikten sonra cennetten kovulan, vahşi hayvanlardan kaçarken ağaç dallarına tutunan, alet yapan, mağara duvarlarına resim yapan, çömlekçi çarkını kullanarak çamura şekil veren, buğdayı öğüten, tırpanı, sabanı icat eden, atı evcilleştiren, bir taraftan medeniyete imza atarken, diğer taraftan düşmanına karşı silah kullanarak ilk cinayeti ve günahları başlatan insan ve onun kadim elleri..
Ekmeğini doğadan çıkaran insanın paylaşmak zorunda kaldığı türdeşiyle savaşında çıplak gücün yetersizliğini bir taş ya da sesle giderme yetisi var; el çırpmak, taşı sertçe vurmak gibi..
İnsanı doğadan uzaklaştıran ve özneye dönüştüren araçtır el...Yani böylece insan özne niteliğini, kendi organı olan aracın nesnesi olmakla edinebiliyor. özne=nesnesinin çocuğudur artık.
Beynimiz elimizin bir uzantısıdır aslında, zeka gelişimini ellere borçludur insan.
Emanuel Kant el için 'Dışa uzamış beyin' demişti. O halde Tanrılardan ateş çalan Prometheusun eli suçluydu. Şeytanla işbirliği yaparak Şecere-i Hulddan bilgiyi çalan ve Ademi baştan çıkaran Havva da suçluydu , ama İktidara boyun eğmenin zevkini sınırsız yaşayan Adem masum…
Hemen bir ayrıntı cırmalıyor kafamı; hırsızlık yapan el ile üreten el, sınıflı toplumların kaderini de belirlemiş olmalı...Elin bu anlamda kullanımı ahlaki ve ideolojik bir ayrımı da beraberinde getiriyor sanki…
Sanat Tarihinde ellerin resim ve heykeli ne kadar da özel bir yere sahip gerçekten…
Roden’in “Tanrı’nın Eli” heykeli, Michalengelo’nun 'Ademin yaratılışı' ndaki” Tanrıyla Adem’in temasına ramak kalan elleri, Albert Dürer'in şükran duygularıyla andığı çiftçi kardeşinin nasırlı elleri… Ve hatta Otto Dix’in masturbasyon yapan elleri…
Bizim de vardır elleri yüceltenlerimiz ;Abidin Dino "eller" serisiyle emeğin değerini vurgulamıştı. Hemen aklıma Neşet Günal geliyor; içimden 'hemşehrimdir' diye fısıldayarak gizli bir sevinç duyuyorum. Çorak iklimlerin çoğu spastik insanları ... çalışmaktan nasır tutmuş iri yarı eller ve ayakların anıtsal duruşu, kadınların sorgulayan bakışları ve kentsoylu burjuvaları işaret parmağıyla suçlayan elleri...İnsan ürperiyor adeta...
Ya Orhan Taylan'ın 1 Mayıs '77 deki Taksim meydanına on -on beş metre büyüklüğündeki bez üzerine yaptığı dev işçi resmi ve onun zinciri kıran elleri; nasıl unutulur ki o insana coşku veren büyük insanlığın resmi...Bir saptama olur mu bilmem ama bizim sanatçıların ellere yüklediği mesaj daha toplumsal ve sınıfsal karakterde...Batılılarınki ise daha naif ve dinsel ....
Bu meydanda benim gibi düşlere dalan kaç deli vardır acaba diyorum içimden ?
Şair Enver Gökçe “Hürriyeti yazan eller, çizen eller…” diyordu öğretmenler için…
O öğretmenler var mıdır halen ? Öğretmenler öğrencilerin ellerini sürekli kullanmaları ve üretken olmaları için yeterli pedagojiye sahip mi acaba?
Kararsız ayaklar Kızılay-Sıhhiye arasında mekik dokuyor. Etrafta bir yığın hasta ve mutsuz insan…hemen sağımda Sağlık Bakanlığı…Son çıkarılan SGK yasası kim bilir daha kaç insanı perişan edecek diye geçiyor içimden…Parkın muhtelif yerlerini işportacılar sarmış… Hemen köşede İş ve İşçi Bulma Kurumu ve önünde bir sürü insan cebindeki kartvizitleri birbirlerinden gizleyerek ekmek kapısı yaratma telaşında. Karşıda otobüs duraklarında işten çıkan memurlar, asgari ücretliler ve öğrenciler sıra bekliyor.Vızır vızır dolmuşlar geçiyor Sıhhiye’den…
Abdi İpekçi Parkı’nın kaldırımlarından yeni izlediğim filmin sonundaki şarkının ritmine ayak uydurarak yürüyorum:
”Doğarken ağladı insan ,bu son olsun, son !…”
Sisli, bulanık ve pis bir hava… geçmişten bu güne insanı ve “el” denen organın hayatımıza kattığı günah-sevap diyalektiğini düşündürüyor Metin Yurdanur’un ELLER Heykeli... Kocaman bir insan yatıyor sanki toprağın altında; ayakları Kızılay’da başı Sıhhiye Köprüsüne kadar uzanan…Eller toprağı yırtmış, gökyüzüne doğru uzanarak dua ediyor sanki, ordan geçen işsiz, hasta ve mutsuz insanların kaderlerine...Yerden hışımla yükselen Gotik Katedraller gibi.. Bir o kadar da cömert bir tavırla Anadolu'nun binlerce yıllık geçmişini özetleyen bu eller, hiç almadan veren, habire veren, yediveren gülleri gibi olanca samimiyetiyle açmış ve tüm servetini paylaşmak istiyor, sevgi saçıyor, sanki avuçlarının içinden bir güvercini gökyüzüne salarak özgürlük dağıtıyordu... Anatomi öyle güçlü ki, parmakların arasında gezinen gözlerim bir süre sonra gergin damarların içinde dolaşan kanı ve oradan içindeki kemiğin iliğine kadar hissediyorum elin içindeki kozmik dünyayı... İsa'nın 'Son Akşam Yemeğinde' elindeki ekmeği bölüşmek için uzattığı el, yavan kalıyor bu heykelin paylaşımdaki cömertliği karşısında... Da Vinci'nin son akşam yemeği resminde veremediğini veriyor heykel..
Ve konuşuyor bu eller; göğe haykırarak ;
“Barış, kardeşlik, özgürlük gibi sözcüklerin arkasından haykıran ses, Davut’tan önce dokunur semaya; kapitalizmin medeniyetinden kovulmak olsa da bedeli..”
Ve dipten gelen dalgayı görmeyenlere enternasyonal bir mesaj veriyor sanki heykel ;
“BİZİ KURTARACAK OLAN KENDİ KOLLARIMIZDIR.”
SİYAH PALET
Yorumlar
Yorum Gönder