ANNA ROSE’DAN GERİYE ANNA ROSE'A DOĞRU


O, gece yarısı uyandığı zaman hâlâ sallanıyordu odasının ışıkları. Karanlıktı etraf. Hiç olmadığı kadar karanlık ve kasvetliydi.  Ahşap bir evin gölgesi penceresine yansıyor, rüzgar esintileri odanın içerisini kaplıyordu. Kendi sesini duymuyordu. Kilise çanları şehri rahat bırakmıyordu. Kıyamet değildi bu. Ya yaklaşan bir felaketin habercisi ya da terk eden bir sevgilinin geriye bıraktığı izdihamdı.

Sokağın heybetine kapıldı bir an ve ilk adımını attı. Caddelerde bulunan cesetlerin kime ait olduğunu seçmekte zorlanıyordu. Santa maria Maggiore kilisesinde ki rahibelerden birine benzetti birkaç kadını fakat hiçbir şey belli olmuyordu. Karanlıktı. Soğuktu biraz. Birkaç tene dokundu kesik parmaklarıyla, ürperdiğini hissetti. Cansız varlıkların yaşadıkları zamana ait anılarından beslendi bir süre. Biraz tebessüm etti ardından bulunduğu durumun farkına vardı ve yürümeye devam etti. Çevresine bakamıyordu veya bir şeylere dikkat etmekte zorlanıyordu. Bu karanlık ve heybetli gece onun da aklını almıştı, bir an öleceğini düşündü. Bir sokağın sonunda ağaçların gölgesinde parlayan nesneyi gördü, ağır adımlarla yaklaştı. Bir heykel. Pieta. Pieta heykelinin karanlık ile uyumu başını döndürmüştü. Heykelin devamında başlayan çimenlere attı kendini ve o kokuyu hissetti. Bir kadını hatırladı. Rahibe miydi yoksa bir mezar bekçisi mi bilmiyordu. Işıktan soyut düşleri bir bir işlemişti ruhuna. Öyle ki bazı geceler yalnız onu istiyordu. Kim bilir nasıldı, yıllarca sakladığı memeleri, geceliğinin altında pembe ve diri. Anna Rose. Sayıklamaya başladı. Anna Rose. Onun kokusuydu, onun izleriydi bu izler. Tekrar ayağa kalktı ve kadınını aramaya başladı. Bulamadı. Çaresizliğe, kasvetli havanın yorgunluğuna kapıldı fakat pes etmedi. Pes etmeyi düşünmedi. O büyüleyici kokunun aklına getirdiği hatıralar ile büyülenmiş gibiydi. Anna Rose. Devam etti yoluna. Yürüdü, korkuya ve karanlığa aldırmadan. Karşısında bir adamın belirdiğini gördü, ürperdi bu sefer. Dilenen bir adam. Aydınlığı isteyen bir adam. Anna Rose olmadan gelmeyecekti aydınlık, doğmayacaktı güneş, farkına vardı. Gücü tükenmeden bulmalıydı onu. Daha önce girmediği sokaklara girdi, tekrar tekrar ölen insanları inceledi. Bulamadı. Korkmadı aramaktan fakat bulamadı asla. Belki yıllarca aradı, yüzyıllar boyu. Bitmedi karanlık. Çanların sesi arttı, baykuşlar oradan oraya uçuştu. Bitmedi karanlık. Düşüncelerinde bir gerginlik seziyor, yatıştıramadığı hislere kapılıyordu. Tökezlemeye başladı. Bir kaldırım taşına çöktü. Anna Rose. Öldün mü? Beni mi istiyorsun yanına? Anna Rose. Duyamıyorum seni. Sayıklamalar sürdü bir süre. Gözleri kararmaya başladı. Ceketinin cebinden bir parşömen çıkardı, ufak bir buse kondurdu. Son nefesini verirken bedenlerinden ayrılmış ruhları gördü. Son gücüyle parşömeni avucunda sıktı. Anna Rose geliyorum. İşte son nefesim.
Bu ölümün ardından kısa bir süre içinde eyalet aydınlanmaya başladı. Cesetler kayboldu. Hayat normal akışında devam etti.

Anna Rose.
Anna Rose... Geldim.


Emrullah Şekerci

Yorumlar