Adam 6 yıllık mahkumiyetin izlerini her yerinde
taşıyordu. Yüzünde oluşan çizgiler, saçlarına düşen kırlar, eklemleri, kasları,
yürüyüşü, bakışı, gülüşü. Mahpusluk öylesine sinmişti ki ruhuna bedenine;
dışarıya çıkması bile mahkumiyetini sonlandırmamıştı.
Dışarıya çıkmıştı çıkmasına ama gidecek ne bir evi, ne
arkadaşı vardı. İstanbul’un su gibi insan akan sokaklarında caddelerinde bir
süre gezindi. Cezaevinin yemekleri onu yeteri kadar kötü yapmıştı; dışarıdan
bakınca hoşuna giden bir lokantaya girdi. Bir çok çeşit yemek vardı ama nedense
seçe seçe pilav, kuru fasulye ve cacık aldı.
Lokantadan çıktıktan sonra ne yapacağını bilmemenin
belirsizliği ayaklarını kilitlemişti. Hemen karşıdaki otobüs durağında bir
otobüs yolcu indirip bindiriyordu. Tabelasından Taksim’e gittiği anlaşılıyordu.
Koşar adım karşıya geçip, durağa vardı. Otobüs kalkmadan yetişmişti.
Kısa süreli bir yolculuktan sonra Taksim’in durak
meydanına ulaşmışlardı. İndi. Doğruca İstiklal caddesine yöneldi. Ortalık
yerden biten insanlarla doluydu; sanki bir çayırlıktaydı ve onların arasında
yalın ayak yürüyordu. Saatin akrebi ve yelkovanın vaktin akşam saatleri olduğunu
gösteriyordu. Bileğindeki, babadan kalma eski, kurmalı saat, yılda birkaç
saniye sekmesine karşın hala tıkır tıkır çalışıyordu. Deri kayışı iyice
yıpranmış, içi sararmıştı. Havanın hafif loşluğuyla, caddeden aşağıya doğru
yürümeye koyuldu.
Ara sokaklara girip çıkmaya başladı. Sokakların birinde
küçük, karanlık bir bar gördü. Direk içeriye daldı. İçeriye adımını atar atmaz,
yoğun bir sigara ve alkol kokusu yüzüne çarpmıştı. Sigarayı mahkumiyetinin ilk
yıllarında bırakmıştı. Alkol zaten alamıyordu içeride. Barda, çok kişi yoktu
eni konu 5-6 kişi falandı. Direk bara yöneldi; bunu gören barmen gözlerine
bakmaya başladı. Büyük bir bira söyledi ve kocaman bir yudumu iştahla içti.
Barın öbür ucunda oturan bir bayanın gözünden kaçmamıştı adamın susuzluğu.
Barın içindeki tek kadındı zaten.
Adam, bir, iki, üç biraları ardı ardına içiyordu. 6 yıl
boyunca hasret kaldığı bu tat. Arada barmenden sigara bile otlanmaya
başlamıştı. Dördüncü birada, diğer uçta oturan kadın onun yanına gelmişti.
Kadın, çakır keyif olmuştu. Adamın yanındaki tabureye oturup, eğilerek adamın
yüzüne baktı. Kirli sakallı suratı acı çektiğinin işaretlerini veriyordu.
Sırtına kadar uzanan kırlar dolmuş saçları, dünyada kaç yıldır bulunduğunun
belgeleri gibiydiler sanki.
Kadın, elindeki büyük bira bardağını kaldırıp;
“şerefine!” dedi, adam hafif kadından yana baktı, isteksizce bardağını kaldırıp
tokuşturdu. Ardından yine kocaman bir yudum aldı. Kadın, bebeksi yüzlüydü,
kocaman iri siyah gözleri, kalın bukleli omuzlarına dökülen saçları vardı.
Dudakları, lokma taneleri gibiydiler. Adeta öpülmek için yaratılmışlardı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde güzel bir sohbete
koyulmuşlar, ikisi de iyice sarhoş olmuşlardı. Neredeyse sabaha karşı olmuştu.
Birlikte bardan çıktılar; kadın nereye gideceğini sorunca adam başını öne eğip
gidecek bir yerinin olmadığını söyledi. Kadın, mahcup haline önce baktı sonra
bastı kahkahayı. Adam tuhaf tuhaf yüzüne baktı. Kadın sustuktan sonra: “hiçbir
yer yoksa benim evim var be, haydi gidelim, bir taksi çağır!”
Kadının evi sadeydi. Öyle şatafatlı şeyler yoktu gerçi
olsa bile fark edecek halde değildiler. Girer girmez kadın adamın elinden tutup
doğruca yatak odasına götürdü ve birden kendini yatağa yüzükoyun attı. Adam
olduğu yerde kalakalmıştı. Bir süre sonra kadın sırtüstü dönüp, onun hala
orada dikildiğini görünce, doğruldu ve adamın yanına gitti. Ellerini boynuna
dolayıp, adamın derin ve hüzünlü gözlerine baktı. Sonra, nefesini yüzünde
hissedecek şekilde, dudaklarını adamın ince dudaklarının üzerinde gezindirmeye
başladı. Dili dudaklarının arasından ceylan gibi süzülüp, adamın kurumuş
dudaklarına dokundu; dudaklarında hissettiği bu tat, bu ıslaklık adamı harekete
geçirmişti. Elleri kadının belini kavradı, kadının dili adamın dudaklarından
kayarak içeriye girmişti.
(Adam birden, kadına sarılıp kendine çekerek,
dudaklarının hepsini ağzına alıp, öpmeye başladı. Öpüşürken, kadının eteğini
yukarıya doğru sıyırıyordu; yuvarlak kalçaları açığa çıkmış, adamın avuçları
içindeydi. Hem okşuyor hem sıkıyordu güzel kalçalarını, kadın adama iyice
sokulmuş, kasıklarını kasıklarına dayamıştı. Adam, dudaklarından kulak
memesine, oradan boynuna ve omuzlarına doğru öperek ilerliyordu.
Bir eli kalçalarındayken diğer eliyle kadının elbisesinin
fermuarını açtı. Bir hareketle kadının elbise bedeninden sıyrılıp çıkmıştı.
Dolgun memeleri, südyeninden fırlayacak gibiydi. İçindeki arzu, memelerini
iyice dolgunlaştırmıştı. Adam düşünmeden diz çöküp başını kadının bacak arasına
soktu. Kadının da adamdan kalır yanı yoktu. Uzun zamandır, kimseyle
sevişmemişti. Adam hem öpüyor, hem okşuyordu. Kadın, deliye dönmüş şehvet
selinin önünde kendini bırakmıştı. Külotunu sıyırıp çıkaran adam, kadının suyunda
yıkanıyordu adeta.
Kısa süre sonra yatağa uzanmışlardı. Adam sırtüstü
yatıyor kadın üzerinde, dansözleri kıskandıracak hareketlerle kıvranıyor,
gidiyor geliyor, oturup kalkıyordu. Zevk inlemeleri bütün odayı dolduruyordu.
Adamın, elleri kadının kalçalarında memelerinde deli gibi geziniyor, arada
doğrulup, memelerini, dudaklarını doya doya öpüyor, sonra devam ediyordu.)
Sabah geç saatte uyanan kadın ve adam; iki yabancı gözle
birbirlerini süzdüler, Sessizce kalkıp giyindiler. Adam, kapıya yöneldi, kapı
kulpunu tuttuğu anda geriye dönüp kadının, büyük siyah güzel gözlerine bir kere
daha baktı. Tam kapıdan çıkacağı sırada kadın:
“Burada kalmasın, yine gel!”
MEHMET KOÇ
Yorumlar
Yorum Gönder